3. Bölüm – Spinoza Ve Batı Felsefesi İle Yoga Ve Doğu Felsefesinin Karşılaştırılması

Spinoza, aklı öncelemekle Batı felsefesinin bir parçasıdır ama heptanrıcı bakış açısıyla doğu  anlayışına yakın durur. Batı felsefesi, felsefenin doğduğu yerdir. Bilgi sevme, bilginin peşinden koşma  diye çevirebileceğimiz felsefe sözcüğü Antik Yunan’da ortaya çıkmıştır.4 Bugün felsefenin genel geçer  içeriği düşünüldüğünde, yani aklın yasalarına göre, neden/sonuç ilişkisi içinde düşünerek deneyim  olmadan anlama, kavrama, kavramlaştırma da yine Antik Yunan’a dayanır. Antik Yunan düşüncesi, ilk  ortaya çıktığında, yedi bilgeler denen dönemde doğu düşüncesine benzeyen sav sözlerden oluşuyor ve  erdemi konu alıyordu. Daha sonra varlık nedir sorusu temel soru haline geldi. Platon ve Aristoteles  felsefe birikimini diyalektik yöntemle ve üst düzeyde sistemleştirdiler. 5 

Bu dönem doğuda da düşünce filizlemeye başlamıştı. Buda; (Siddhartha) arınmanın sekiz aşamasını  dillendirdiği dönemdir ve Sokrates zamanına yakın bir zamanına denk düşer. Ege kıyılarında yaşayan  ve her şeyin değiştiğini savunan Heraklitos’un çağdaşı sayabileceğimiz Lao Tzu’da ona benzer fikirler  geliştirmiştir. Varlığın değişken olduğu, kavramınsa durağan olduğu, dolayasıyla varlığa verilen  kavramların varlığın doğasına uymayacağını savunur.6 Bu dönemden sonra doğuda, Buda ve Lao  ustanın dışında görüşleri olanlar çıksa da daha çok bu görüşler ve eski inanışların bileşiminden ortaya  çıkan bir kültür oluştu. Özellikle Konfüçyüs’un bunları sistematik olarak bir araya getirmesi güçlü bir  etki yarattı.  

Doğudaki durağanlığın bir benzeri Batı’da da yaşandı. Kilisenin güçlenmesi, Aristeles ve Platonun  kilise yorumunun her yerde baskın hale gelmesiyle skolastik düşünce denilen bir durgunluk ortaya çıktı.  Bu dönemde sadece İslam düşüncesi dinamikti. Aristoteles ve Platonun İslam açısından yorumu büyük  tartışmalara neden oldu va ortadoğu felsefenin canlandığı bir coğrafya haline geldi. Buradaki canlı  düşünce, sultanların Gazali’nin öğretilerini desteklemesi nedeniyle 14.yüzyılda donuklaştı.  

Rönesans ve Reform’un getirdiği iktisadi ve kültürel koşullarda, Avrupa da felsefede canlanmaya  başladı. Descartes’le başlayan modern felsefe, aklın yasalarına göre edinilen bilginin, varlığın doğasına  

4 Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü (Say Yayımları) 

5 Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi (Alfa Yayınları) 

6Lao Tzu, Yol ve Erdem (Maya Kitap)

40 

uygun olduğunu kabul etti. Böylece akla uygun olan gerçeğe de uygun bulundu. Bu durum felsefeden  bilimlerin ayrılması sürecini getirdi ve teknoloji doğdu. Teknoloji, aklın etkisinin somut kanıtıydı ve bu  yüzden akıl en önemli çözüm yolu haline geldi. Bilimler felsefeden yavaş yavaş ayrılmaya, kendi  disiplinlerini oluşturmaya başladığında, Batı felsefesi neyi bilip bilemeyeceğini tartışmaya başlamıştı.  Aslında bir nitelik etkinliği olan felsefe, batıda niceliği de içerecek biçimde gelişti. Bu dönemde Hegel  felsefesini tarihi merkez yaptığından, doğu ve batı uygarlığını da kendi felsefesi açısından  karşılaştırmıştı. Bu karşılaşma aynı zamanda modern felsefedeki özgürlük sorunu üzerine kuruluydu.  Hegel’e göre; doğu toplumları doğadan kendilerini ayrıştıramamışlar, yasaya varamışlar ve bu nedenle  doğu toplumlarında sadece hükümdarlar özgürlük bilincindedir. Bu yüzden doğu toplumları, mutlak  fikrin kendine dönüşü, kendi bilincinde oluşu sürecinde ilk basamağı oluşturur. Avrupa uygarlığıysa  mutlak fikrin kendinde olduğu, kendi bilincinde olduğu, öz ve özgürlüğünü bulduğu yer olacaktır, çünkü  Avrupa’da kurulan akıl devletinde yasa sayesinde herkes özgür olacaktır.7 

Marksizim’de de “asya tipi” diye bir kavram geliştirilmiştir. Bu doğu toplumlarının iktisadi ve  toplumsal yapısına yönelik olan bu belirleme, insanlığın geri kalanından doğu toplumunu ayırmaktadır.  Ancak çok ilginç ki Marksizim Batı uygarlığından çok doğu uygarlığında uygulama olanağı bulmuştur.  

Aklın iki dünya savaşını engelleyememesi, akla duyulan güveni sarsmış ve varoluşçuluk  yaygınlaşmaya başlamıştır. Varoluşçuluk bir yanıyla kişiselliğe yakın durmakta ve doğudaki kültürün  özellikle yoga kültürünü önemsemektedir. İkinci dünya savaşından sonra etkili olan Varoluşçuluğun bu  tutumu, Doğu uygarlığına ilgiyi artırmıştır. Çiçek çocuklar adı verilen hippilerin Hint yolculuğu bu  dönemde kitlesel hale gelmiştir ve yoga bu dönemde Batı’da kendine yer bulabilmiştir.  

Özellikle iki kutuplu siyasi dengenin yıkılışıyla yeni bir felsefe batı kültürene egemen olmuştur.  Modernite ötesi (postmodern) bu felsefe, aklı kökensel olarak sorgulamaya tutmuş, modernitenin  değerlerini sarsmaya başlamıştır. Aklın sorunları çözeceğine yönelik ortak fikir dağılmaya başlayınca,  herkes için kurtuluş olanaksız hale gelmiştir. Dolayasıyla postmodernizmle birlikte bireysel kurtuluş  arayışı doğudan batıya uygarlığına taşınmıştır. Bugün bir çok ülkede yoga ve diğer doğu değerleri  kendine yaşama alanı bulmaktadır.  

7Şener Aksu, Hegel ve Tarih felsefesi (Anı yayıncılık, 2006, S 87)

41 

SONUÇ  

İnsanın yaşam amacı, sahip olmak ya da olmamanın dışında kendi kimliğini belirlemede sergilediği  davranışları ile ilgilidir. Bu davranışlar ya da edinimler elbette insanı bir yere götürmek için değil,  insanın öz benliğini kavraması ve anlaşılması içindir. Benliğini aramadaki ruhsal güçler içine de sevmek,  akıl yürütmek ve üretmek içtenlikle dahil olur. Dahil edilen bu kavramlar yoga disiplininde ve  Spinoza’nın Ethica’ında farklı görünümler içinde mevcuttur. 

Bana göre insan, Spinoza’nın aklın yasaları öğretisini kılavuz alarak, erdemli bir hayat sürebilir ki  bunu yoga disiplininde bahsedilen Ashtanga yogadaki sekiz basamaklı yoluyla da yapabilir. Bu iki  öğretinin de nihai amacı, aldanışlardan, yargılardan, yanılgılardan, acılardan kurtulup, sezgisel aklı da  kullaranak içsel özgürlüğe erişmek ve bütünsel özgürlüğe kavuşmaktır.  

Akıllı insan bu erdemli yolda yürürken, yolunun üzerindeki engelleri görür, amaçları doğrultusunda  yolunun gidişatını değiştirir. Akıllı insan yalnızca sözcükleri okuyup geçmez, onları kendi süzgecinden  geçirip kendine faydalı olanı, kendine iyi olanı yanına alarak yoluna devam eder. Akıllı insan dinlerken  üçüncü kulağını üçünü gözünü kısaca tüm duyargaçlarını farkındalık içinde kullanır. Bana göre  Spinoza’nın temel aldığı aklı da yoga disiplininde yer alan pratikler ile bağdaştırabiliriz. Pratiklerin  özünü oluşturan asanalar sayesinde insan, zihnini de zamanla kontrol altına alabilir. Bedenini, duygu  ve düşüncelerini kontrol altına aldıktan sonra zihnine de hüküm verebilir. Yoga sayesinde beden  kontrol altına alındıkça nefes de zihin de kontrol altına alınır. Bu kontroller saysesinde insanı elbette  sevinçli bir yaşam karşılayacaktır. Çünkü insan yoga disiplini sayesinde kendi özüne ulaşmış, bedeninde  ve zihninde yer alan çelişkilerden, karmaşadan, bulanıklardan arınmış ve bütünselliğin yanında içsel  dengeyi de sağlamış olacaktır.  

Yüksek bilinç kapasitesi ve zihin söz konusu olduğunda sezgiselliği güçlendirecek durumlar önce  eleştirel ve sorgulayıcı düşünme yetilerinden geçer ki bu da yine akıl ve aklın yasaları ile bağdaşır. İnsan  sezgisel bilgeliğe erişmek için önce kendini saflaştırmalı sonra saf olanla bir olmalıdır. Yoga disiplinine  göre de dingin hale ulaşmanın yolu meditasyon yapmaktan değil meditasyonda olunma halinden  geçer. Meditasyonda olunarak insan sezgisel bilgeliğe ulaşabilir. 

İnsan, hayal aleminde değil gerçek bir dünyada yaşamaktadır. Tüm duygular insana aittir. Keder de  sevinç de arzu da. Duygular, düşler, düşünceler bu kapsamda evrimleştirebilir, dönüştürebilir. İnsanın 

42 

kavrayışı ne kadar net ne kadar duru olursa kişinin farkındalığı, bilme bilinci, bilinçli olma durumu da o  kadar yüksek olur. Kişi önce kendi köklerinin farkına varmalıdır. Farkına vardıklarını ve dönüştürmek  istediklerini kendi deneyimleri ve yöntemleriyle dönüştürebilir. Bu dönüştürme sürecinde kendine  yoganın disiplinlerini ışık olarak tutabilir. Farkındalık için farklı yöntemler denenebilir. Bunun akabinde  odaklanma gelir. Odaklanma kişiyi dinç tutar. Asıl amaç ise farkındalık ve odaklanma ile kişinin içinde  yatan potansiyel ve fiili gücünü çabasız bir çaba ile günyüzüne çıkarmasıdır. Zaman ilerledikçe insan,  zihnindeki derinliği de berraklığı da sezgisel gözleri ile görecektir. Yine bu duruma da meditasyonda  bulunarak kolay bir şekilde ulaşabilir. Meditasyon hali yüksek bilince erişme halidir. 

İnsan, zihninde birebir olan ve birebir olmayan fikirlere sahiptir. Bunlara sahip olduğu sürece  varlığını sürdürmeyi çabalar. Kişinin çabası kendi özünden kaynaklanır. Bu durumda elbette bu  çabaların olumlanması gerekir. Bu sayede çaba sonsuzluğa yönelir. Yoga disiplininde gösterilen çaba  sayesinde insan kendi varlığının özüne ulaşır. Gerçekleştirdiği pratikler sayesinde bedeninde enerji  ortaya çıkartır ve enerjilerin atılımını da yine pratikler sayesinde olur. Bu sayede insanın zihni de  sakinler, karmaşık hallerinden arınır.  

Aslında Spinozaya göre doğaları farklı olan şeyler karşılaştırılamaz. Bu durumda bir felsefi bakış  olan Ethica ile bir inanç disiplini olan yoganın karşılaştırılmaması gerekir. Ancak eğer yogayı bir inanç  disiplini olarak görürsek. Bana göre yoga inaç disiplininden daha çok deneyimlerin birikiminden  oluşmuş bir yaşam kültürüdür. Dolayısıyla felsefenin doğasına aykırı değildir. 

Yoga disiplini sayesinde insanın hem kendisi, hem de çevresi sadeleşir, zihnen ve bedenen arınır.  Asıl olan insanın kendi özü ile uyum içinde olmasıdır. Pratikler ile doğayla kendini uyumlamak ister.  Meditasyon ile kendini özün içinde bulur, insanın kendisi öz olur. Bu süreç boyunca temel düşüncem  ve yadsınamaz gerçekliğim “Her şey insanın özünde başlar, özünden devam eder ve yine insanın kendi  öz benliğinde biter.” diyebilirim. Yoga disiplini de bu gerçekliğime olanak sunmaktadır.

Spinoza, aklı öncelemekle Batı felsefesinin bir parçasıdır ama heptanrıcı bakış açısıyla doğu  anlayışına yakın durur. Batı felsefesi, felsefenin doğduğu yerdir. Bilgi sevme, bilginin peşinden koşma  diye çevirebileceğimiz felsefe sözcüğü Antik Yunan’da ortaya çıkmıştır.4 Bugün felsefenin genel geçer  içeriği düşünüldüğünde, yani aklın yasalarına göre, neden/sonuç ilişkisi içinde düşünerek deneyim  olmadan anlama, kavrama, kavramlaştırma da yine Antik Yunan’a dayanır. Antik Yunan düşüncesi, ilk  ortaya çıktığında, yedi bilgeler denen dönemde doğu düşüncesine benzeyen sav sözlerden oluşuyor ve  erdemi konu alıyordu. Daha sonra varlık nedir sorusu temel soru haline geldi. Platon ve Aristoteles  felsefe birikimini diyalektik yöntemle ve üst düzeyde sistemleştirdiler. 5 

Bu dönem doğuda da düşünce filizlemeye başlamıştı. Buda; (Siddhartha) arınmanın sekiz aşamasını  dillendirdiği dönemdir ve Sokrates zamanına yakın bir zamanına denk düşer. Ege kıyılarında yaşayan  ve her şeyin değiştiğini savunan Heraklitos’un çağdaşı sayabileceğimiz Lao Tzu’da ona benzer fikirler  geliştirmiştir. Varlığın değişken olduğu, kavramınsa durağan olduğu, dolayasıyla varlığa verilen  kavramların varlığın doğasına uymayacağını savunur.6 Bu dönemden sonra doğuda, Buda ve Lao  ustanın dışında görüşleri olanlar çıksa da daha çok bu görüşler ve eski inanışların bileşiminden ortaya  çıkan bir kültür oluştu. Özellikle Konfüçyüs’un bunları sistematik olarak bir araya getirmesi güçlü bir  etki yarattı.  

Doğudaki durağanlığın bir benzeri Batı’da da yaşandı. Kilisenin güçlenmesi, Aristeles ve Platonun  kilise yorumunun her yerde baskın hale gelmesiyle skolastik düşünce denilen bir durgunluk ortaya çıktı.  Bu dönemde sadece İslam düşüncesi dinamikti. Aristoteles ve Platonun İslam açısından yorumu büyük  tartışmalara neden oldu va ortadoğu felsefenin canlandığı bir coğrafya haline geldi. Buradaki canlı  düşünce, sultanların Gazali’nin öğretilerini desteklemesi nedeniyle 14.yüzyılda donuklaştı.  

Rönesans ve Reform’un getirdiği iktisadi ve kültürel koşullarda, Avrupa da felsefede canlanmaya  başladı. Descartes’le başlayan modern felsefe, aklın yasalarına göre edinilen bilginin, varlığın doğasına  

4 Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü (Say Yayımları) 

5 Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi (Alfa Yayınları) 

6Lao Tzu, Yol ve Erdem (Maya Kitap)

40 

uygun olduğunu kabul etti. Böylece akla uygun olan gerçeğe de uygun bulundu. Bu durum felsefeden  bilimlerin ayrılması sürecini getirdi ve teknoloji doğdu. Teknoloji, aklın etkisinin somut kanıtıydı ve bu  yüzden akıl en önemli çözüm yolu haline geldi. Bilimler felsefeden yavaş yavaş ayrılmaya, kendi  disiplinlerini oluşturmaya başladığında, Batı felsefesi neyi bilip bilemeyeceğini tartışmaya başlamıştı.  Aslında bir nitelik etkinliği olan felsefe, batıda niceliği de içerecek biçimde gelişti. Bu dönemde Hegel  felsefesini tarihi merkez yaptığından, doğu ve batı uygarlığını da kendi felsefesi açısından  karşılaştırmıştı. Bu karşılaşma aynı zamanda modern felsefedeki özgürlük sorunu üzerine kuruluydu.  Hegel’e göre; doğu toplumları doğadan kendilerini ayrıştıramamışlar, yasaya varamışlar ve bu nedenle  doğu toplumlarında sadece hükümdarlar özgürlük bilincindedir. Bu yüzden doğu toplumları, mutlak  fikrin kendine dönüşü, kendi bilincinde oluşu sürecinde ilk basamağı oluşturur. Avrupa uygarlığıysa  mutlak fikrin kendinde olduğu, kendi bilincinde olduğu, öz ve özgürlüğünü bulduğu yer olacaktır, çünkü  Avrupa’da kurulan akıl devletinde yasa sayesinde herkes özgür olacaktır.7 

Marksizim’de de “asya tipi” diye bir kavram geliştirilmiştir. Bu doğu toplumlarının iktisadi ve  toplumsal yapısına yönelik olan bu belirleme, insanlığın geri kalanından doğu toplumunu ayırmaktadır.  Ancak çok ilginç ki Marksizim Batı uygarlığından çok doğu uygarlığında uygulama olanağı bulmuştur.  

Aklın iki dünya savaşını engelleyememesi, akla duyulan güveni sarsmış ve varoluşçuluk  yaygınlaşmaya başlamıştır. Varoluşçuluk bir yanıyla kişiselliğe yakın durmakta ve doğudaki kültürün  özellikle yoga kültürünü önemsemektedir. İkinci dünya savaşından sonra etkili olan Varoluşçuluğun bu  tutumu, Doğu uygarlığına ilgiyi artırmıştır. Çiçek çocuklar adı verilen hippilerin Hint yolculuğu bu  dönemde kitlesel hale gelmiştir ve yoga bu dönemde Batı’da kendine yer bulabilmiştir.  

Özellikle iki kutuplu siyasi dengenin yıkılışıyla yeni bir felsefe batı kültürene egemen olmuştur.  Modernite ötesi (postmodern) bu felsefe, aklı kökensel olarak sorgulamaya tutmuş, modernitenin  değerlerini sarsmaya başlamıştır. Aklın sorunları çözeceğine yönelik ortak fikir dağılmaya başlayınca,  herkes için kurtuluş olanaksız hale gelmiştir. Dolayasıyla postmodernizmle birlikte bireysel kurtuluş  arayışı doğudan batıya uygarlığına taşınmıştır. Bugün bir çok ülkede yoga ve diğer doğu değerleri  kendine yaşama alanı bulmaktadır.  

7Şener Aksu, Hegel ve Tarih felsefesi (Anı yayıncılık, 2006, S 87)

41 

SONUÇ  

İnsanın yaşam amacı, sahip olmak ya da olmamanın dışında kendi kimliğini belirlemede sergilediği  davranışları ile ilgilidir. Bu davranışlar ya da edinimler elbette insanı bir yere götürmek için değil,  insanın öz benliğini kavraması ve anlaşılması içindir. Benliğini aramadaki ruhsal güçler içine de sevmek,  akıl yürütmek ve üretmek içtenlikle dahil olur. Dahil edilen bu kavramlar yoga disiplininde ve  Spinoza’nın Ethica’ında farklı görünümler içinde mevcuttur. 

Bana göre insan, Spinoza’nın aklın yasaları öğretisini kılavuz alarak, erdemli bir hayat sürebilir ki  bunu yoga disiplininde bahsedilen Ashtanga yogadaki sekiz basamaklı yoluyla da yapabilir. Bu iki  öğretinin de nihai amacı, aldanışlardan, yargılardan, yanılgılardan, acılardan kurtulup, sezgisel aklı da  kullaranak içsel özgürlüğe erişmek ve bütünsel özgürlüğe kavuşmaktır.  

Akıllı insan bu erdemli yolda yürürken, yolunun üzerindeki engelleri görür, amaçları doğrultusunda  yolunun gidişatını değiştirir. Akıllı insan yalnızca sözcükleri okuyup geçmez, onları kendi süzgecinden  geçirip kendine faydalı olanı, kendine iyi olanı yanına alarak yoluna devam eder. Akıllı insan dinlerken  üçüncü kulağını üçünü gözünü kısaca tüm duyargaçlarını farkındalık içinde kullanır. Bana göre  Spinoza’nın temel aldığı aklı da yoga disiplininde yer alan pratikler ile bağdaştırabiliriz. Pratiklerin  özünü oluşturan asanalar sayesinde insan, zihnini de zamanla kontrol altına alabilir. Bedenini, duygu  ve düşüncelerini kontrol altına aldıktan sonra zihnine de hüküm verebilir. Yoga sayesinde beden  kontrol altına alındıkça nefes de zihin de kontrol altına alınır. Bu kontroller saysesinde insanı elbette  sevinçli bir yaşam karşılayacaktır. Çünkü insan yoga disiplini sayesinde kendi özüne ulaşmış, bedeninde  ve zihninde yer alan çelişkilerden, karmaşadan, bulanıklardan arınmış ve bütünselliğin yanında içsel  dengeyi de sağlamış olacaktır.  

Yüksek bilinç kapasitesi ve zihin söz konusu olduğunda sezgiselliği güçlendirecek durumlar önce  eleştirel ve sorgulayıcı düşünme yetilerinden geçer ki bu da yine akıl ve aklın yasaları ile bağdaşır. İnsan  sezgisel bilgeliğe erişmek için önce kendini saflaştırmalı sonra saf olanla bir olmalıdır. Yoga disiplinine  göre de dingin hale ulaşmanın yolu meditasyon yapmaktan değil meditasyonda olunma halinden  geçer. Meditasyonda olunarak insan sezgisel bilgeliğe ulaşabilir. 

İnsan, hayal aleminde değil gerçek bir dünyada yaşamaktadır. Tüm duygular insana aittir. Keder de  sevinç de arzu da. Duygular, düşler, düşünceler bu kapsamda evrimleştirebilir, dönüştürebilir. İnsanın 

42 

kavrayışı ne kadar net ne kadar duru olursa kişinin farkındalığı, bilme bilinci, bilinçli olma durumu da o  kadar yüksek olur. Kişi önce kendi köklerinin farkına varmalıdır. Farkına vardıklarını ve dönüştürmek  istediklerini kendi deneyimleri ve yöntemleriyle dönüştürebilir. Bu dönüştürme sürecinde kendine  yoganın disiplinlerini ışık olarak tutabilir. Farkındalık için farklı yöntemler denenebilir. Bunun akabinde  odaklanma gelir. Odaklanma kişiyi dinç tutar. Asıl amaç ise farkındalık ve odaklanma ile kişinin içinde  yatan potansiyel ve fiili gücünü çabasız bir çaba ile günyüzüne çıkarmasıdır. Zaman ilerledikçe insan,  zihnindeki derinliği de berraklığı da sezgisel gözleri ile görecektir. Yine bu duruma da meditasyonda  bulunarak kolay bir şekilde ulaşabilir. Meditasyon hali yüksek bilince erişme halidir. 

İnsan, zihninde birebir olan ve birebir olmayan fikirlere sahiptir. Bunlara sahip olduğu sürece  varlığını sürdürmeyi çabalar. Kişinin çabası kendi özünden kaynaklanır. Bu durumda elbette bu  çabaların olumlanması gerekir. Bu sayede çaba sonsuzluğa yönelir. Yoga disiplininde gösterilen çaba  sayesinde insan kendi varlığının özüne ulaşır. Gerçekleştirdiği pratikler sayesinde bedeninde enerji  ortaya çıkartır ve enerjilerin atılımını da yine pratikler sayesinde olur. Bu sayede insanın zihni de  sakinler, karmaşık hallerinden arınır.  

Aslında Spinozaya göre doğaları farklı olan şeyler karşılaştırılamaz. Bu durumda bir felsefi bakış  olan Ethica ile bir inanç disiplini olan yoganın karşılaştırılmaması gerekir. Ancak eğer yogayı bir inanç  disiplini olarak görürsek. Bana göre yoga inaç disiplininden daha çok deneyimlerin birikiminden  oluşmuş bir yaşam kültürüdür. Dolayısıyla felsefenin doğasına aykırı değildir. 

Yoga disiplini sayesinde insanın hem kendisi, hem de çevresi sadeleşir, zihnen ve bedenen arınır.  Asıl olan insanın kendi özü ile uyum içinde olmasıdır. Pratikler ile doğayla kendini uyumlamak ister.  Meditasyon ile kendini özün içinde bulur, insanın kendisi öz olur. Bu süreç boyunca temel düşüncem  ve yadsınamaz gerçekliğim “Her şey insanın özünde başlar, özünden devam eder ve yine insanın kendi  öz benliğinde biter.” diyebilirim. Yoga disiplini de bu gerçekliğime olanak sunmaktadır.

ZEHRA FİŞEKCİ

Cevap Bırakın

E-posta aderesiniz kesinlikle yayınlanmayacaktır.